Antik İzmit
Geçirdiği birçok yıkıcı depreme rağmen, doğu ve batıyı
birleştiren stratejik konumu ve korunaklı doğal limanı sayesinde Helenistik,
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri boyunca sürekli yerleşim gören
askeri(donanma), ticaret ve sanayi merkezi olan, önce Bithinya Krallığı’na
sonra da Roma İmparatorluğu’na
başkentlik yapmış, 4. Yüzyıl başlarında dünyanın en büyük ve en görkemli 4
metropolünden biri olan bir kentin üzerinde yaşıyoruz.
Antik kaynaklara baktığımızda bu bölgenin ne kadar
görkemli ve muhteşem bir kent olduğunu görebiliyoruz. Nikomedia, kent olarak
çağdaşlarını çok etkilemiştir, bu etkiler antik kaynaklarda açıkça görülmektedir.
Pausanias, “Nikomedeia He megalé ton en Bithynia poleon” yani “Nikomedia,
Bithynia kentlerinin en büyüğüdür” derken Athenaios, “en hoş, en güzel kent”
anlamında “Perikalles” ifadesini kullanmıştır. Roma, İskenderiye, Antakya ve
Atina ile birlikte imparatorluğun en görkemli kentleri arasında sayılıyordu.
Hakkındaki kimi tanımlamalar şöyle: “En büyük ve en parlak”, “Toprağın süsü”,
“Mutlu ve görkemli, zenginliği ile pek ünlü”, “Mutluların ve yükseklerin
kenti”. “Bithyn’ler ülkesinin birinci kenti”, “Çok ünlü çevresi ile ölümsüz
kent”, “Soylu yönetim ve eski zamanların zengini”. Libanios’a göre sadece dört
şehir daha büyük idi, ama hiçbiri daha güzel değildi. Kentin en görkemli
anlatımı Libanios’un söylevinde bulunuyor: “Eminens et admirabilis in omnibus
habundans yani her açıdan bakıldığında ender ve hayranlık uyandırıcı”. söylev
sanatı ustası Libanius’un ağzından Nikomedia:
Hangi kent daha güzeldi? Dört misli büyüdüğü ancak bu
gelişimin kent halkının bacaklarını ne denli yorduğu hususunda sözü
uzatmayacağım. Güzelliğine ve getirilerine diğerlerince ancak erişilebildi,
aşılamadı: İleriye doğru toprakları ve kolları ile denizi kucakladı. Sahilde
yükseldi ve boydan boya kenti ikiye ayıran sütunlu caddeyle bezendi. Alçak
bölgelerden kaleye doğru selviler gibi yükselen kamu binaları görkemli, özeller
ise çekici idi, derelerle sulanan, bahçelerle çevrili evler bir diğerinin
yukarısında yükseliyordu . Kurul odaları, hitabet okulları, tapınaklarının
çokluğu, hamamlarının muhteşemliği ve limanının büyüklüğü gördüğüm ancak
anlatamadıklarım. Tek söyleyebileceğim İznik’ten oraya sık sık gidişimizde yoldaki
sohbet konumuz, her şeyiyle verimli ağaç ve toprakları ailelerimiz ile
arkadaşlarımız yanı sıra eski bilgelik idi. Ancak tepelerin dolambaçlı
yollarından geçip 150 stadia uzaklıkta verimli toprak ve bahçeler yanı sıra
deniz trafiği ile kent belirince diğer konular sessizliğe gömülüp tüm konu
Nikomedia’ya dönüştü. Ayrıca denizciler ve kürek çekmedeki çabaları ile
balıkları ağ ya da kanca ile avlamaları doğal olarak gezginlerin ilgisini
cezbediyordu. Ama gözlerimize hükmeden güzelliği ile kentin görünümü daha ilgi
çekiciydi. Bu kentin surları içinde büyümüş olanlarla onu ilk kez görenlerin
duyguları aynı idi. Körfezin üzerine parıldayan sarayın yanı sıra tüm kenti
süsleyen tiyatro ile değişik yapılardan yansıyan daha da parlak ışıkları
tanımlayabilmek zordu. Kutsal bir görüntüymüşcesine saygı duyarak yola devam
ettik; Khalkedon (Kadıköy)’e doğru ilerlerken yolun yapısı görmemizi
engelledikçe dönüp dönüp bakmak zorunda kaldık. Bu bir ziyafete ara vermek gibi
bir şeydi.
Çukurbağ kurtarma kazılarda ortaya çıkarılan friz bloklarından biri |
Görsel delillerin bugün yokluğuna karşın sikkeler ve
yazılı kaynaklar geç antikitedeki Nikomedia’nın bir resmini anıtsal kamu
binalarını ortaya çıkartacak şekilde sunabilmektedirler. Kent bugün de olduğu
gibi Körfeze doğru uzanan tepe yamaçlarına kurulmuştu ve Libanius’a göre yoğun
olarak bir araya sıkışmış, selvi bahçeleri gibi yokuşlardan aşağı inen, gerek
özel gerek kamu yapılarını kapsıyordu. Helenistik ve Roma dönemine ait surlar
altıncı yüzyılda hala ayakta durmakta ve bir keşişler binasını da kapsayarak
tüm kenti çevrelemekteydi. Söz konusu bina geri kalan bölümüyle çağdaş bir
kuleyi içeriyordu. Libanius’un gözünde en değerli binalar, saray ve kentin
ortasında yüksek bir yamaçtaki tiyatro idi.
Antik kentlerin kafayı taktıkları başka bir konu da sikkelerde
de görüldüğü gibi “tarihlerine bağlılık” idi. Tarih ve efsaneler, ki o dönemde
ikisi arasında pek bir fark yoktu, kentler için belli bir prestij konusuydu. Bu
konuda da kentler çekişme ve kendi tarihlerini öne çıkarma çabası içindeydiler.
Kentler diğerlerinin önüne geçebilmek için tarihçiler ve şairler tutuyorlardı.
Gururlu bir geçmişi olmayan kentler, büyük kentlerle akrabalık ilişkileri
yaratıyorlardı. Ancak bu çatışma içinde, Roma egemenliği altında olduklarını
unutuyorlardı. Kentin sahip olduğu hamamlar, tiyatrolar da bir prestij
konusuydu.
358 depreminin haberi, İmparator Julianus’un gençliğinde
İzmit’te uzun süre eğitim aldığı büyük söylev ustası Libanius’a ulaştığında
büyük ününün başladığı ve çok mutlu anlar geçirdiği kenti düşünerek büyük acı
içinde, depremin sonuçları ile tahribatın boyutlarını aktaran bir ağıt yazdı.
Aşağıda çevirisini sunduğumuz ağıt içinde hitabet abartıları olsa da açık ki,
yıkım genişti ve deprem ile yangının birleşik etkilerinin geride bıraktıkları
pek azdı: “Daha dün bir şehir; fakat bugün topraklara gömülmüş olan İzmit,
sessizlik içinde ağlamalıdır. Onu süsleyen nice kamu, özel binalar, birbirinin
üstüne devrildiler! Tersaneden bahçelere kadar hepsi harap oldu. Onu ünlü
yapmaya yeten mahkemeleri, birçok tapınakları, hamamları, sarayları,
tiyatroları yıkıldı.
Vakit neredeyse öğle olmuştu; kentin koruyucuları tapınakları
terkettiler, kent mürettebat tarafından terkedilmiş bir gemi gibiydi. Üç dişli
mızraklı ilah yeryüzünü vurdu ve denizi salladı; kentin temelleri dağıldı;
duvarlar duvarların,sütunlar sütunların üzerine yıkıldı; gizli olanlar açığa
çıkarken açıktakiler kayboldu. Mükemmel güzel her yerdeki tek parça heykeller
şiddetli sarsıntı ile bir karışık yığın haline geldiler. İşlerinde çalışan
esnaf hızla dükkanlarından ve evlerinden dışarı fırladılar. Limandaki hasar
daha fazlaydı ve kentin bir çok saygı değer seçkinleri ile vali etrafında
toplanmıştı. Tiyatro orada bulunan herkesi yığınları altına almıştı. Biraz daha
uzun ayakta kalarak sallanan bazı yapılar ve tüm içindeki insanlar sonunda aynı
kaderi paylaştılar. Azgın bir şekilde hareketlenen deniz sahili suyla kapladı.
Her yerde oluşan alevler çatı kirişlerine ulaşarak sarsıntıya bir büyük yangını
eklediler;ve dendiğine göre rüzgar sayesinde alevler yayıldı. Kentin kale
duvarları hala ayakta. Kurtulabilenlerden bazı yaralılar etrafta
dolaşıyorlar...
Günümüze gelecek olursak, öncelikle bu bölgede yaşanan
onlarca büyük ve yıkıcı deprem, bir önceki yüzyılda gerçekleşen düzensiz
sanayileşme ve yapılaşma nedeniyle yukarıda aktardığımız antik dönemden geriye
kalan çok az yapı var. Ancak özellikle antik tiyatro ve Çukurbağ kurtarma
kazıları İzmit’i turistik bir cazibe merkezi haline getirebilir. Bunların
yanında günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait onlarca tarihi yer, yapı ve
alan bulunuyor.. Bir kent düşünün ki, 500’e yakın tescillenerek koruma altına
alınan kültür varlığına sahip olsun ama sanayi kenti olarak anılsın ve
bilinsin. İzmit Orhan Camii Türkiye’deki birkaç kılıçla Cuma namazı hutbesi
okunan fetih camisinden birisidir. Ayakta kalmayı başarıp günümüze kadar ulaşan
Kasr-ı Hümayun(Saray) Türkiye’de İstanbul dışındaki tek saraydır. Mimar
Sinan’ın 600 yıl önce yaptığı Pertev Paşa Camii tüm heybetiyle kenti
selamlamaktadır. Sırrı Paşa Konağı’nın tarih kokan iç ve dış mimarisi
İzmit’teki en heybetli sivil mimarlık örneklerinin başında gelmektedir. Bugün
İzmit'te olması gereken binlerce belki de onbinlerce parçası özellikle 1800'lü
yıllarda tarihin şahitlik ettiği en büyük tarihi eser yer değiştirmelerinden
birine evsahipliği yapmış olmasına, bir kısmı İngiltere'deki dünyanın en büyük
müzesi British Museum'da, Fransa'da Louvre Müzesi'nde ve avrupanın çeşitli
önemli müzelerinde sergileniyor olmasına rağmen, Kocaeli Arkeoloji ve
Etnografya Müzesinde Paleolitik, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerine ait binlerce eser sergilenmektedir. Bunların yanında, bir turist
gözüyle baktığımızda İstanbul’a 1-1.5 saat
yakınlıkta oluşumuz, kışın Kartepe kış sporları merkezi, yazın Kandıra
sahillerinin tercih edilebilir olması da ayrı bir avantajdır. Tüm bunların
hayalden gerçeğe dönüşmesi için yapılması gereken kısa, orta ve uzun vadeli
turizm, tesis ve altyapı projelerini hayata geçirmektir.
Akın Ülkü Sevinç
5 Ağustos 2018
Time Kocaeli Dergisi
Yorumlar
Yorum Gönder