Akın Ülkü Sevinç | Time Kocaeli Dergisi Köşe Yazısı | Eylül 2018



Antik İzmit
Geçirdiği birçok yıkıcı depreme rağmen, doğu ve batıyı birleştiren stratejik konumu ve korunaklı doğal limanı sayesinde Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri boyunca sürekli yerleşim gören askeri(donanma), ticaret ve sanayi merkezi olan, önce Bithinya Krallığı’na sonra da   Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, 4. Yüzyıl başlarında dünyanın en büyük ve en görkemli 4 metropolünden biri olan bir kentin üzerinde yaşıyoruz.
Antik kaynaklara baktığımızda bu bölgenin ne kadar görkemli ve muhteşem bir kent olduğunu görebiliyoruz. Nikomedia, kent olarak çağdaşlarını çok etkilemiştir, bu etkiler antik kaynaklarda açıkça görülmektedir. Pausanias, “Nikomedeia He megalé ton en Bithynia poleon” yani “Nikomedia, Bithynia kentlerinin en büyüğüdür” derken Athenaios, “en hoş, en güzel kent” anlamında “Perikalles” ifadesini kullanmıştır. Roma, İskenderiye, Antakya ve Atina ile birlikte imparatorluğun en görkemli kentleri arasında sayılıyordu. Hakkındaki kimi tanımlamalar şöyle: “En büyük ve en parlak”, “Toprağın süsü”, “Mutlu ve görkemli, zenginliği ile pek ünlü”, “Mutluların ve yükseklerin kenti”. “Bithyn’ler ülkesinin birinci kenti”, “Çok ünlü çevresi ile ölümsüz kent”, “Soylu yönetim ve eski zamanların zengini”. Libanios’a göre sadece dört şehir daha büyük idi, ama hiçbiri daha güzel değildi. Kentin en görkemli anlatımı Libanios’un söylevinde bulunuyor: “Eminens et admirabilis in omnibus habundans yani her açıdan bakıldığında ender ve hayranlık uyandırıcı”. söylev sanatı ustası Libanius’un ağzından Nikomedia:
Hangi kent daha güzeldi? Dört misli büyüdüğü ancak bu gelişimin kent halkının bacaklarını ne denli yorduğu hususunda sözü uzatmayacağım. Güzelliğine ve getirilerine diğerlerince ancak erişilebildi, aşılamadı: İleriye doğru toprakları ve kolları ile denizi kucakladı. Sahilde yükseldi ve boydan boya kenti ikiye ayıran sütunlu caddeyle bezendi. Alçak bölgelerden kaleye doğru selviler gibi yükselen kamu binaları görkemli, özeller ise çekici idi, derelerle sulanan, bahçelerle çevrili evler bir diğerinin yukarısında yükseliyordu . Kurul odaları, hitabet okulları, tapınaklarının çokluğu, hamamlarının muhteşemliği ve limanının büyüklüğü gördüğüm ancak anlatamadıklarım. Tek söyleyebileceğim İznik’ten oraya sık sık gidişimizde yoldaki sohbet konumuz, her şeyiyle verimli ağaç ve toprakları ailelerimiz ile arkadaşlarımız yanı sıra eski bilgelik idi. Ancak tepelerin dolambaçlı yollarından geçip 150 stadia uzaklıkta verimli toprak ve bahçeler yanı sıra deniz trafiği ile kent belirince diğer konular sessizliğe gömülüp tüm konu Nikomedia’ya dönüştü. Ayrıca denizciler ve kürek çekmedeki çabaları ile balıkları ağ ya da kanca ile avlamaları doğal olarak gezginlerin ilgisini cezbediyordu. Ama gözlerimize hükmeden güzelliği ile kentin görünümü daha ilgi çekiciydi. Bu kentin surları içinde büyümüş olanlarla onu ilk kez görenlerin duyguları aynı idi. Körfezin üzerine parıldayan sarayın yanı sıra tüm kenti süsleyen tiyatro ile değişik yapılardan yansıyan daha da parlak ışıkları tanımlayabilmek zordu. Kutsal bir görüntüymüşcesine saygı duyarak yola devam ettik; Khalkedon (Kadıköy)’e doğru ilerlerken yolun yapısı görmemizi engelledikçe dönüp dönüp bakmak zorunda kaldık. Bu bir ziyafete ara vermek gibi bir şeydi.
Çukurbağ kurtarma kazılarda ortaya çıkarılan friz bloklarından biri

Görsel delillerin bugün yokluğuna karşın sikkeler ve yazılı kaynaklar geç antikitedeki Nikomedia’nın bir resmini anıtsal kamu binalarını ortaya çıkartacak şekilde sunabilmektedirler. Kent bugün de olduğu gibi Körfeze doğru uzanan tepe yamaçlarına kurulmuştu ve Libanius’a göre yoğun olarak bir araya sıkışmış, selvi bahçeleri gibi yokuşlardan aşağı inen, gerek özel gerek kamu yapılarını kapsıyordu. Helenistik ve Roma dönemine ait surlar altıncı yüzyılda hala ayakta durmakta ve bir keşişler binasını da kapsayarak tüm kenti çevrelemekteydi. Söz konusu bina geri kalan bölümüyle çağdaş bir kuleyi içeriyordu. Libanius’un gözünde en değerli binalar, saray ve kentin ortasında yüksek bir yamaçtaki tiyatro idi.
Antik kentlerin kafayı taktıkları başka bir konu da sikkelerde de görüldüğü gibi “tarihlerine bağlılık” idi. Tarih ve efsaneler, ki o dönemde ikisi arasında pek bir fark yoktu, kentler için belli bir prestij konusuydu. Bu konuda da kentler çekişme ve kendi tarihlerini öne çıkarma çabası içindeydiler. Kentler diğerlerinin önüne geçebilmek için tarihçiler ve şairler tutuyorlardı. Gururlu bir geçmişi olmayan kentler, büyük kentlerle akrabalık ilişkileri yaratıyorlardı. Ancak bu çatışma içinde, Roma egemenliği altında olduklarını unutuyorlardı. Kentin sahip olduğu hamamlar, tiyatrolar da bir prestij konusuydu.
358 depreminin haberi, İmparator Julianus’un gençliğinde İzmit’te uzun süre eğitim aldığı büyük söylev ustası Libanius’a ulaştığında büyük ününün başladığı ve çok mutlu anlar geçirdiği kenti düşünerek büyük acı içinde, depremin sonuçları ile tahribatın boyutlarını aktaran bir ağıt yazdı. Aşağıda çevirisini sunduğumuz ağıt içinde hitabet abartıları olsa da açık ki, yıkım genişti ve deprem ile yangının birleşik etkilerinin geride bıraktıkları pek azdı: “Daha dün bir şehir; fakat bugün topraklara gömülmüş olan İzmit, sessizlik içinde ağlamalıdır. Onu süsleyen nice kamu, özel binalar, birbirinin üstüne devrildiler! Tersaneden bahçelere kadar hepsi harap oldu. Onu ünlü yapmaya yeten mahkemeleri, birçok tapınakları, hamamları, sarayları, tiyatroları yıkıldı.
Vakit neredeyse öğle olmuştu; kentin koruyucuları tapınakları terkettiler, kent mürettebat tarafından terkedilmiş bir gemi gibiydi. Üç dişli mızraklı ilah yeryüzünü vurdu ve denizi salladı; kentin temelleri dağıldı; duvarlar duvarların,sütunlar sütunların üzerine yıkıldı; gizli olanlar açığa çıkarken açıktakiler kayboldu. Mükemmel güzel her yerdeki tek parça heykeller şiddetli sarsıntı ile bir karışık yığın haline geldiler. İşlerinde çalışan esnaf hızla dükkanlarından ve evlerinden dışarı fırladılar. Limandaki hasar daha fazlaydı ve kentin bir çok saygı değer seçkinleri ile vali etrafında toplanmıştı. Tiyatro orada bulunan herkesi yığınları altına almıştı. Biraz daha uzun ayakta kalarak sallanan bazı yapılar ve tüm içindeki insanlar sonunda aynı kaderi paylaştılar. Azgın bir şekilde hareketlenen deniz sahili suyla kapladı. Her yerde oluşan alevler çatı kirişlerine ulaşarak sarsıntıya bir büyük yangını eklediler;ve dendiğine göre rüzgar sayesinde alevler yayıldı. Kentin kale duvarları hala ayakta. Kurtulabilenlerden bazı yaralılar etrafta dolaşıyorlar...
Günümüze gelecek olursak, öncelikle bu bölgede yaşanan onlarca büyük ve yıkıcı deprem, bir önceki yüzyılda gerçekleşen düzensiz sanayileşme ve yapılaşma nedeniyle yukarıda aktardığımız antik dönemden geriye kalan çok az yapı var. Ancak özellikle antik tiyatro ve Çukurbağ kurtarma kazıları İzmit’i turistik bir cazibe merkezi haline getirebilir. Bunların yanında günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış, Osmanlı ve Cumhuriyet  dönemlerine ait onlarca tarihi yer, yapı ve alan bulunuyor.. Bir kent düşünün ki, 500’e yakın tescillenerek koruma altına alınan kültür varlığına sahip olsun ama sanayi kenti olarak anılsın ve bilinsin. İzmit Orhan Camii Türkiye’deki birkaç kılıçla Cuma namazı hutbesi okunan fetih camisinden birisidir. Ayakta kalmayı başarıp günümüze kadar ulaşan Kasr-ı Hümayun(Saray) Türkiye’de İstanbul dışındaki tek saraydır. Mimar Sinan’ın 600 yıl önce yaptığı Pertev Paşa Camii tüm heybetiyle kenti selamlamaktadır. Sırrı Paşa Konağı’nın tarih kokan iç ve dış mimarisi İzmit’teki en heybetli sivil mimarlık örneklerinin başında gelmektedir. Bugün İzmit'te olması gereken binlerce belki de onbinlerce parçası özellikle 1800'lü yıllarda tarihin şahitlik ettiği en büyük tarihi eser yer değiştirmelerinden birine evsahipliği yapmış olmasına, bir kısmı İngiltere'deki dünyanın en büyük müzesi British Museum'da, Fransa'da Louvre Müzesi'nde ve avrupanın çeşitli önemli müzelerinde sergileniyor olmasına rağmen, Kocaeli Arkeoloji ve Etnografya Müzesinde Paleolitik, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait binlerce eser sergilenmektedir. Bunların yanında, bir turist gözüyle baktığımızda İstanbul’a 1-1.5 saat  yakınlıkta oluşumuz, kışın Kartepe kış sporları merkezi, yazın Kandıra sahillerinin tercih edilebilir olması da ayrı bir avantajdır. Tüm bunların hayalden gerçeğe dönüşmesi için yapılması gereken kısa, orta ve uzun vadeli turizm, tesis ve altyapı projelerini hayata geçirmektir.

Akın Ülkü Sevinç
5 Ağustos 2018
Time Kocaeli Dergisi

Yorumlar